25 Ağustos 2012 Cumartesi

Okul Yıllarım 1-Çeltikçi İlkokulu ve Ahmet Hoca

Okul hayatım Makedonya’da doğduğum köy olan Çeltikçi’de başladı, İzmir’de sırasıyla Alsancak ve Mersinli ilkokullarında devam etti.
Okula başlayacağım 1954 yılının yaz aylarında Yukarı Çeşme denilen yerdeki bostanımızda bostan bekledim. Burası üç çeşmenin bir yamaca sıralandığı bir yerdi. Çeşmelerden dolayı bu ismi almış. Mezarlığın arkasından geçen Raştana ve Buzalıkova yolu üzerinde tahminen köye iki kilometre mesafede bulunuyor. Yukarı Çeşme köyümüz için çok önemli bir yer idi. Kıra giderken, gelirken hem insanlar hem de hayvanlar bu çeşmelere uğramadan geçmezlerdi.

Vanasız oluklardan devamlı akan sular, yalaklardan aşağı doğru döküldükten sonra yolun karşısında geçiyordu. Karşıda köylümüz Macur Rahman’ın küçücük sebze bahçesi vardı. Çeşmelerin devamlı akan sularını değerlendiren Rahman amca burada küçük bir vaha meydana getirmişti. Zaman zaman bahçesine bakmaya geldiğinde bize koyu yeşil salatalıklar verirdi. Bu salatalıkları ısırdığımız zaman dudaklarımızda yağlı ve yapışkan bir sıvı hissederdik.
Zehra ablamla bostan beklediğimiz bu yeri hiç unutmadım. Birçok kere rüyalarıma da girdi. Elli yıl sonra buraya giderken çok heyecanlandım. Yer görünüş olarak akılımdan hiç çıkmadı ama ne tarafta olduğunu kestiremiyordum. Yaşlı bir Boşnak’a nasıl bir yeri aradığımı anlatınca dosdoğru burayı tarif etti. Çeşmelere yaklaştığımızda daha görülmeden, yanımdakilere “şu tümseği geçince sağ tarafta üç çeşme göreceğiz” dedim. Tümseği aşınca sağ tarafta çeşmeler görünüyordu ama suyu akan sadece bir oluk vardı. Bu suyu cılız akan oluk, yalakların çevresini yemyeşil etmişti.
Çeşmelerden bakıldığında aşağıda ablamla bostan beklediğimiz tarla görünüyor. Bizim zamanımızda tarlanın dip tarafında birkaç ağaç vardı. Bu ağaçlara salıncak kurar sallanırdık. Şimdi hiç ağaç kalmamış. Bir keresinde bu ağaçların altında ne için oluğunu hatırlamıyorum, ateş yakmıştık. Ateşin yanında oyuna dalmış olacağız ki ablamın Çityanının  (şalvarı) paçaları yanmıştı. Buraya ilk gelişimde bir buğday anızı, ikincisinde ise kırılmakta olan tütünler vardı. Rahman aganın bahçesi ise “bakarsan bağ bakmazsan dağ olur” sözü uyarınca adeta bir dağ olmuş. Kuru otlar ve rüzgârın etkisi ile hışırdayan birkaç yaşlı kavak ağacından başka bir şey görülmüyor.
Yukarı Çeşme’nin okul hayatıma başlamamla ilgili önemli bir hatırası var. Yugoslavya’da öğrenciler okula bizdeki gibi önlükle gitmiyorlar, serbest kıyafetler giyiyorlardı. Bugünkü Makedonya’da aynı uygulama devam ediyor. Veliler, maddi durumlarına göre okula gidecek çocuklarına temiz kıyafetler alıyorlardı. Babam da bana, okula giderken giymem için pantolon ceketten oluşan yeni bir takım almıştı. Okula başlayacağımız günün bir gün öncesi yine bostan beklemeye giderken, ille de yeni elbiselerimi giyeceğim diye tutturdum. Israrlarıma dayanamayan annem yeni kıyafetlerimi giymeme izin verdi. Öğleden sonra eve dönerken şiddetli bir yağmura tutulunca sucuk su olduk. Ertesi gün elbiselerim kurumadığı için, okul hayatıma eski elbiselerle başlamak zorunda kaldım.
Köyümüzün okulu, köy meydanının (küüçün) girişinde sağ tarafta o zaman için oldukça modern sayılabilecek bir yapı idi. Birleşik sınıf eğitimi yapılıyordu. Aynı mekânda değişik sınıflar ders görüyorlardı. İlkokul dört sene olduğu için bir ve ikinci sınıflar bir sınıfta üç ve dördüncü sınıflar da başka bir sınıfta öğrenim görüyorlardı. Öğretmenlerimiz Türk idi. Lâtin harfleri ile Türkçe eğitim görüyorduk. İlk günlerde bize Hasan öğretmen geldi. Kısa bir süre sonra öğretim yılı sonuna kadar dersimize girecek olan Zebercet Hanım geldi. Bizim söyleyişimizle “Jebercet…”

ÇELTİKÇİ’DE EĞİTİM VE AHMET HOCA

Köyün eğitim tarihinde, ülke yönetimindeki değişikliklere paralel olarak farklılıklar görülür. Sırplar geldiğinde Sırpça, Bulgarlar geldiğinde de Bulgarca olarak günü kurtaran göstermelik eğitim şekilleri uygulanmış. Bazı dönemlerde babasız çocuklar okula alınmamış.  Türklerin okuma yazma öğrenmelerinin pek istenmediği anlaşılıyor. Bu dönemlerde okula gidemeyen ya da gittiği halde öğrenemeyenlerin birçoğu, okuma yazmayı ilerlemiş yaşlarında köyümüzün imamı Köprülü’lü Ahmet Hoca’dan öğrenmişler.
        Ahmet Hoca, bilgili, geniş görüşlü ve idealist bir din adamı idi. Boş zamanlarında fahri olarak köyün gençlerine Lâtin harfleri ile okuma yazma öğretmiştir. Bu derslerde Türk tarihini de anlatarak tarih şuurunun pekişmesinde büyük rol oynamıştır. Ahmet Hoca’dan on altı, On yedi yaşlarında okuma yazma öğrenenlerden bazıları daha sonra Kiril alfabesini de öğrenmişler bilgili görgülü insanlar olmuşlardır. Bunların bazıları ticaretle de uğraşmışlar, hatta uluslararası ticaret yapanlar bile olmuştur. Bu insanlardaki tarih bilgisi beni daima şaşırtmıştır. Diplomaları bile olmayan bu insanlar, Türk tarihini şimdiki birçok okumuş gençten daha iyi biliyorlardı. Rahmetli babam Bursa’ya geldiğinde Yeşil Türbeyi gezdirmiş, türbede Çelebi Sultan Mehmet’in yattığını söylemiştim. Babam; “Fetret devrinden sonra devleti yeniden kuran padişah değil mi?” demişti. Babam, Ahmet Hocanın en devamlı öğrencilerinden olduğunu söylerdi. Ahmet Hoca bu hizmetlerinden dolayı hiç unutulmadı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder