25 Ağustos 2012 Cumartesi

Okul Yıllarım 2- Tito Döneminde Eğitim ve Göç

Tito dönemi Yugoslavya’sında ilk başta yasaklanmasına rağmen, yapılan mücadele sonunda Türkçe eğitim kabul edildi. Dört yıllık ilkokul eğitimine ilâve olarak daha sonra dört yıllık Türkçe ortaokullar da açıldı. Cumalı köyü, Hoşçebol denilen bölgenin ortasında bulunduğu için daima önemli bir merkez olmuştur. Bu bölgede bulunan çok sayıdaki Türk köyünün bağlı olduğu belediye merkezi, bu yüzden burada faaliyet göstermiştir. Halen belediye adı Lozov’a çevrilen Cumalı’da bulunuyor. Türkçe eğitimin ortaokul seviyesinde yapılması için de konumu sebebiyle Cumalı seçilir. Buraya açılan ortaokulda yalnız Hoşçebol değil yakın bölgelerdeki köylerin çocukları da Türkçe öğrenim görmüştür. Burada ve daha sonra Köprülü merkezde açılan Türk sınıflarında öğrenim görenlerin bazıları Türkiye’de ilk okuyan kişiler oldular. Üsküp’te Türk Okulu olarak faaliyet gösteren “Tefeyyüz” İlköğretim okuluna gidenler de vardı. Köyümüzden Necati Aganın Hüseyin Altınay İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirerek ilk üniversite bitiren hemşerimiz olmuştur. Ayrıca Hasan Hoca’nın oğlu Rüştü’nün Astsubay okulunu bitirerek ordu saflarına katılması da önemli bir örnek olmuştur. Diğer köylerden de çeşitli dallarda okul bitirenler oldu. 

Zebercet Hanım modern giyimli, ondüle saçlı, gözlüklü, zayıf ve kibar bir hanımdı. Öğretmenimizin Türkiye’ye göç ederek İstanbul’a yerleştiği bilgisini edindim. Okulda el yazısı ve basma yazısı yani matbaa yazısı olmak üzere iki türlü yazı öğretiliyordu. Parçadan bütüne giden bir öğretim metodu uygulanıyordu. Bize önce harfler ezberletildi. Yüksek sesle “el yazısı küçük a, el yazısı büyük A veya basma yazısı küçük bı, basma yazısı büyük Bı şeklinde tekrarlar yapıyorduk. Çerçeveli siyah zeminli birer yazı levhamız vardı. Bu levhayı, tebeşirle yazı yazıp silerek yazboz tahtası olarak kullanırdık. Ders giriş çıkışlarında zil yerine bir demir levha kullanılırdı. Demir levhaya demir bir çubukla vurarak çıkarılan sesle dersin başlayacağı veya bittiği duyurulurdu. Okulun hizmetini gören kişi Bekir Aganın hanımı Hafije (Hafize olmalı) teyze idi. 
 
1954-1955 öğretim yılı sonunda okulun merdivenlerinde öğretmenimizle toplu olarak fotoğraf çektirdik. Arka tarafta Noel ağacına benzeyen, üzerinde süsler bulunan bir yapma ağaçla dekor oluşturulmuş. Bu fotoğraf okula devamın pek düzenli olmadığını göstermektedir. Ancak okula düzenli gelen az sayıda öğrenci görülüyor. Kıyafetlerden bazı şeylerin değişme sürecine girdiğini söyleyebiliriz. Büyük kızların Çityan (şalvar), kaytanlı yelek gibi geleneksel kıyafetler giymelerine karşı küçük kızların rengârenk fistanlar giymesi dikkat çekiyor. Hatta öğretmenimizin yanındaki büyük kızın (Burmacılar’ın Müyesser) modern bir elbise giymesi ve şüvelerini (saç örgülerini) öne doğru uzatması da önemli bir göstergedir. Kızların hepsinin başlarında geleneksel biçimde bağlanan oyalı şamiler (yemeniler) görülüyor.
2004 yılında köyüme ilk gidişimde okulun kuzey yönünde bulunan bu merdivenlerini göremeyince çok şaşırdım. Yanlış mı hatırlıyorum diye kuşkuya düştüm. Kuzeyden gelen soğuğu kesmek için bu taraftaki kapılar duvarla örüldüğünde merdivenler de kaldırılmış.
Okul binası günümüze, kapanan kapı dışında olduğu gibi gelmiş. Zamanımızda toprak olan avlusu da betonla kaplanmış. Yalnız çok bakımsız görülüyor. Badanası o kadar eski o kadar dökülüyor ki bizim zamanımızdan kalmış gibi geldi bana.

GÖÇ

1955 yılının ilk aylarında hep göç konuşuluyordu. Köylülerimizin bazıları göç ettikçe kalanların huzursuzluğu artıyordu. Karar verilmiş köprüler atılmıştı. Asırlarca yaşadıkları bu ata toprakları onlara karanlık görünmeye başlamıştı. Aslında büyük bir burukluk yaşanıyor ama bunu kimse dile getirmiyordu. Kolay değildi, doğup büyüdükleri, dedelerinin ninelerinin mezarlarının bulunduğu bu yerlerden belki de hiç dönmemek üzere ayrılacaklardı. Gidecekleri yerde onları nasıl bir hayatın beklediği de karanlıktı. Sadece kulaktan dolma bilgiler vardı. Mecburi bir gidişti bu, burada kimliklerini koruyarak yaşama ihtimali gittikçe azalıyordu. Er geç Anavatana gidilecekti. Hem de yeni nesiller ay yıldızlı al bayrağın gölgesinde hür yaşayacak, şanlı Türk ordusunda Türk askeri olacaklardı. Onları bekleyen sıkıntı ve zorlukların şimdiden farkında olan yetişkinler bunları düşünerek teselli oluyorlardı.
Bir taraftan da gerekli hazırlıklar yapılıyordu. Gerekli evrakların hazırlanması için sık sık Üsküp’e gidiliyordu. Malların tasfiyesi ele geçen paranın değerlendirilmesi gerekiyordu. Malların satışı çok büyük bir dertti. Tapuda kayıtlı bütün mallar devredilmeden çıkış izni verilmeyecekti. Alıcı az satıcı çoktu. Değerli yerler yok pahasına gidiyordu. Satışı yapılamayanlar da öylesine devrediliyordu.  Ele geçen paranın tamamını yasal yollardan Türkiye’ye geçirmek mümkün değildi. Götürülmesine izin verilen para miktarı çok azdı.
Eldeki Yugoslav dinarını her yerde geçerli olan altına çevirmek gerekiyordu. El altından altın bulmak çok zordu. Düşük fiyatlara bile razı oluyorlardı. Komünist yönetim bu konuda çok sıkı takibat yapıyordu. Yakalanıp buralarda kalma ihtimali herkesi korkutuyordu. Bu arada altın bulma uğrunda dolandırılanlar oluyordu. Buralarda varlıklarını sürdürme düşüncesinde olan bazı dini kurumlar bile altın bulma vaadi ile topladıkları paraları hiçbir zaman sahiplerine ulaştırmadılar. Bu şekilde çok büyük mağduriyetler yaşandı. Türkiye’ye belirli bir para gücü ile gitmeyi plânlayan birçok aile hayal kırıklığı yaşadı. Buradaki hayatlarına sıfırdan başlayarak senelerce sıkıntı çektiler.
Babam, göç söz konusu olunca Köprülü’deki marangoz Dimko’ya üste para vererek marangozluk öğrenmiş. Madem para götüremiyoruz, marangoz makineleri götürelim diye düşünür. Marangozluk için gerekli olan plânya, bıçkı ve kalınlık makinelerinin en kaliteli olanlarını satın alır. Ayrıca modern bir oto boyama makinesi de alarak donanımı tamamlar. Tabi marangozlukla ilgili her türlü el aletini de almayı ihmal etmez. Birlikten kuvvet doğar düşüncesi ile iki amcasının da bu işe ortak olmasını sağlar. Ayrıca halasının oğlu Gogiş Ali’yi de (Ali Şirvan) mobilyacılığın yan kolu olan koltuk döşemeciliğine yönlendirir. Ali dayı döşemeciği çok iyi öğrenmesine rağmen bu işi profesyonel olarak hiçbir zaman yapmadı. Oğlu Hakkı’nın genç yaşta ölümü onun içine kapanmasına sebep oldu. Zaten duygusal yanı ağır basan derviş gönüllü bir insandı. Kula Tekstil fabrikasında çalışarak buradan emekli oldu. Çok güzel döşeme aletleri vardı. Gözü gibi baktığı bu takımları zaman zaman özel işlerde kullanmayı severdi. Öğrendiğime göre bu gün antika değeri taşıyan bu aletler, maalesef gelini tarafından bir hurdacıya satılmış.
Göç hazırlıkları sürerken, Türkiye’de o dönemde üretilmeyen ve para eden şeyleri araştırarak bunlardan bol miktarda almayı plânlarlar. Böylece ellerinde kolayca nakite çevirebilecekleri malları olacaktı. Bu düşünce ile çokça getirdikleri rengârenk naylon yağmurluklar ilk günlerde onlar için can simidi olacaktır.  
Paralarını altına çevirmek için Prizren’deki bir dergâh ileri gelenleri ile anlaşırlar. Buraya bıraktıkları paralar her çevrede adamları olan bu dergâh mensupları tarafından altına çevrilerek Türkiye’ye geçirilecekti. Verilen söze göre İstanbul’a vardıklarında altın ellerinde olacaktı.
 Bu para hiçbir zaman ne bizim ne de babamın amcalarının eline geçmedi. Biz Türkiye’deki hayatımıza sıfırdan başlayarak çok büyük sıkıntılar yaşadık. Bir çizgiyi geçerek bir anda varlıktan yokluğa geçmiş olduk. Yetişkin, çalışabilecek yaşta çocukları olanlar daha kısa sürede toparlanarak ev ve mal sahibi oldular.  Babam gibi, küçük çocukları olanlar ise uzun yıllar mahrumiyet içinde yaşadılar.
Her şeye rağmen hiçbir zaman Türkiye’ye gelmekten pişmanlık duymadık. Balkan savaşında koparıldığımız anavatanımıza dönmekten daima mutluluk duyduk.  Bu güzel ülkede çok çalışarak mal ve makam sahibi olduk. Bizimkilerin beylik bir sözü vardır; “Allah dövlete, millete zaval vermesin”.  Bu, yürekten ve inanılarak söylenen bir sözdür. Başka devletlerin idaresi altında yaşamış olanlar, devletin dirliği ile milletin birliğinin ne kadar önemli olduğunu çok iyi bilirler.

1 yorum:

  1. Ah işte, tüm bu zorluklara karşı bir kere bile "of" demeyen nesiller olduğunuz için değerlisiniz, büyüksünüz gözümüzde...

    YanıtlaSil