28 Temmuz 2012 Cumartesi

Belgrad ve Kalemegdan

Dinlenip rahatladıktan sonra otelden çıkıp gezime başlıyorum. Bayraklı Cami otelin hemen bir sokak altında bulunuyor. Belgrad’da kalmış tek cami. Birçok defa saldırıya uğramış. Savaştan sonra restore edilerek ibadete açılmış. Kapısında Polis Noktası bulunuyor, yani polis korumasında... Apartmanlar arasında sıkışıp kalmış küçük bir yapı. Hayal kırıklığı yaşıyorum. Tek kubbeli, tek minareli, yeni restore edildiği her halinden belli oluyor. Temiz ve bakımlı iç mekânı bu yabancı diyarda insanı hemen etkisi altına alıyor. Ahşap minberi yeni yapılmış gibi bakımlı, mihrabın iki yanında Allah ve Muhammed yazıları dikkati çekiyor. Duvarlarında çeşitli hat örnekleri görülüyor. Minaresinde ay yıldızlı yeşil bayrak dalgalanıyor. Camiye adını veren bayrak bu olmalı. Camiden hüzünlenerek ayrılıyorum. Sağa dönüp ileri yürüdüğüm zaman kaleye ulaşacağımı biliyorum.
Sırpların Kalemegdan dedikleri Belgrad kalesi, çok geniş bir alana yayılıyor. Kalenin önemi bulunduğu konumdan gelmektedir. Bir tarafta Sava diğer tarafta Tuna nehirleri ile çevrili olması, bu nehirlere yukarıdan bakan kaleye çok önemli bir pozisyon kazandırıyor. Ayrıca kale önünde Sava’nın Tuna’ya karışması buraya eşsiz bir güzellik kazandırıyor. Bu noktada Tuna üzerinde oluşan adalar eşsiz bir manzara oluşturuyor.
Tuna ve Sava kıyılarında başlayan dış kaleyi çevreleyen surlardan günümüze pek fazla bir şey kalmamış. Tuna’ya doğru bir tek kule ve bir iki kalıntıdan başka bir şey görünmüyor. Zaten hemen dibinden yol geçiyor. Bu surlardan itibaren arazi tatlı bir meyille esas kaleye doğru yükseliyor. Bu yükselen arazi üzerinde çınar, ıhlamur ve atkestanesi ağaçları yükseliyor. Burası çeşmeleri, oturma yerleri ve gezinti yerleri ile bakımlı bir park havasında… Ana malzemesi taş olan iç kaleyi çevreleyen surlar bugün bile insana aşılamaz hissini veriyor. Surların kale içindeki bazı yerlerinde tuğla da kullanılmış. Kaleyi çevreleyen surlar yer yer kule ve kapılardan oluşan bir sistemle yüksek araziyi çevreliyor. Bu surlar üzerinde birçok kap bulunuyor; Stambol kapiya, Defterdereva kapiya, Zindan kapiya, Despoteve kapiya, Kral kapiya ve Vidin kapiya bunlardn bazıları. Ayrıca Dizdareva kula (Dizdar kulesi),  Yakşih kula, Veliki bunar (Koca Pınar) ve Sahat Kula (Saat Kulesi) önemli yapılar olarak yükseliyor. Yukarıda yazdığım isimleri kale içindeki turizm bürosundan aldığım Sırpça kitapçıktan aynen aktardım.
Meydanın ortalarında, asırlık ağaçlar arasında çokgen plânlı bir türbe yükseliyor. Mora Fatihi Damat Ali Paşa türbesi meydan ortasında yalnızlığı yaşıyor. Türbe 2000 yılında Türkiye tarafından restore edilmiş. Kapısı kaplı olduğu gibi pencerelerinde de sık gözlü teller bulunuyor. Belli ki içeriye bir şeyler atılması önlenmek istenmiş.
Yeri gelmişken Sırpça günlük konuşma dilinde birçok Türkçe kelime kullanıldığını belirtmeliyim. Börek, simit gibi hamur işi satan bir dükkânda; gevrek, susamliya, burek ve yogurt (ayran) kelimelerini etiketler üzerinde görebilirsiniz. Bir lokantaya girip kebapi diyerek kebap siparişi verebilir üstüne bir “kava” (kahve) içebilirsiniz. Otogarda dönüş biletim için ödeme yaparken elektronik kasada küsurat kelimesinin yazıldığını görüyorum. Kalan anlamında “küsurat” kelimesi aynen Türkçede olduğu gibi kullanılıyor. Taraça, boye, barut, ada, kula, kapiya, tünel, lider, teraziya ve bunar (pınar) bu kısa sürede Sırpçada tespit ettiğim Türkçe kelimelerden bazılarıdır.
Kaleiçi aşağıdaki Tuna ve Sava’ya göre oldukça yüksek, ama düz bir yer. Tam bir “Kalemegdan”,  yani kale meydanı. Kale içinde de alt taraftaki aynı bakımlı ortam var. Adım baş çeşme... Suları da hem soğuk hem de çok güzel. O kadar çok içmeme rağmen hiçbir rahatsızlık hissetmedim. Zaten Balkanları gezerken bir şişeniz varsa onu dolduracak bir çeşmeye her an rastlayabilirsiniz. Sular her yerde soğuk ve güzel.
 Kale içinde müzelerin, eski eserlerin yanında birçok heykel de görülüyor. Birçok değişik konulu heykel dışında yakın tarihlerine damga vurmuş fikir adamı, edebiyatçı, devlet adamalarının büst ve heykelleri her tarafa yayılmış. Bizde bu büyük bir eksiklik diye düşünüyorum. Satranç oynayanlar, spor yapanlar, gezinenler, turistlerin dışında buraya gelip çeşitli şekilde vakit geçiren birçok insan var. Tarihi dokusu, asırlık ağaçları, güzel havası ve doyumsuz manzarası insanları buraya çekiyor. Akşamları, gündüz satış yapan büfelere seyyarlar da eklenince daha da hareketli ve kalabalık bir ortam oluşuyor. 
Kale, Belgradlıların gece, gündüz kullandıkları bir yaşama alanı olmuş. Zaten bir tarafı trafiğe kapatılmış gezinti yerine açılıyor.
Sabahın ilk saatlerinde profesyonel rehberler ve dinleme cihazları ile kaleyi gezen çok sayıda turist grubu gördüm. Bir Fransız bayan turist makinemi isteyip fotoğrafımı çekiyor. Her kes mutlu. Bastonlarıyla zor yürüyen kadın ve erkeklere hayran kaldım. Sonuna kadar yaşamak, güzel yaşamak, gönlünce yaşamak; doğru olan bu değil mi? Ayrıca turistlere kale turu attıran raysız bir tren gün boyunca hizmet veriyor.Şüphesiz kalenin en önemli yeri Sava’nın Tuna’ya karıştığı doyumsuz manzaranın seyredildiği noktadır. Sava, sanki akmıyormuşçasına sakin sakin Tuna’ya karışıyor. Sava, Tuna kadar olmasa da oldukça büyük bir nehir. İki yakası üç büyük köprü ile birbirine bağlanmış. Kalenin altından süzülerek akarken çok güzel bir manzara oluşturuyor. Kıyılarında birçok iskele ve bu iskelelerde çeşitli büyüklükte birçok gemi görülüyor. Ayrıca büyük mavnalar Tuna’nın karşı kıyılarından aldıkları kumu gün boyu Belgrad içlerine taşıdılar. Tuna turu yapan gemiler olduğunu öğrendim. Fakat bu gemiler ancak kalabalık turist gruplarına hizmet verdiği için Tuna’da gezemedim.
Tuna! nazlı Tuna! gerçekten nazlı nazlı akıyor. Çok büyük bir su…  Almanya Nürnberg’de uzaktan şöyle böyle görebilmiştim. Şimdi önümde akıyor. Bu manzaraya şahit olabildiğim için kendimi şanslı sayıyorum. Bu nehir boyunca yaşanmış tarihi olayları düşünüp iki gün boyunca bu noktaya defalarca geldim. Manzarayı içime sindirip, gönlüme nakşetmeye çalıştım.
 Ah Tuna! Nazlı Tuna!... Burada kâh hüzünlendim kâh mutlu oldum. Tuna bizim için çok önemli bir nehir. Ne türküler ne ağıtlar yakılmış marşlar söylenmiş Tuna için. Tuna, Tunaboylu, Tunalı, Tunahan ve daha birçok biçimde soyadı, yer adı ve şirket adı olarak canlı bir şekilde günlük hayatımızda yaşıyor. “Hangi üç asır hangi on asır. Tuna ezelden Türk diyarıdır.”  Türk milleti olarak Tuna boylarında dolaşmamız Osmanlı’dan çok öncelere dayanır. Hun Türkleri, Avarlar, Kumanlar, Uzlar, Bulgar Türkleri çok önceleri buralara hâkim olmuş devletler kurmuşlardır. Attila’nın bütün Avrupa’yı hâkimiyeti altına aldığını, Papayı ayağına getirdiğini hep biliyoruz. Macaristan’ın adı Hunlardan dolayı “Hungarya”dır.
Tuna, Sava ile buluştuğu yerde zamanla adalar oluşturmuş. Bu adalardan dolayı burada adeta kollara ayrılıyor. Bu adaların yoğun ormanla kaplı olduğu görülüyor. Buradan itibaren Tuna, kalenin diğer tarafına doğru genişleyerek ağır akışına devam ediyor. Tuna, Sava’dan çok daha geniş ulu bir su. O kadar geniş ki, Karadeniz’den Tuna’ya giren gemiler Avrupa içlerine kadar gidebiliyorlar.
Sava’nın karşı yakasında İkinci Dünya savaşından sonra Yeni Belgrad inşa edilmiş. Burada modern binalar yükseliyor. Yeni Belgrad Sava’nın bu tarafında büyümeye devam ediyor. Bu tarafta eski Yugoslavya döneminin eğlence merkezi “Ada Siganliya” (Çingene Adası) bulunuyor. Sava üzerinde oluşan ve daha önce çingenelerin yaşadığı söylenen bu ada, eğlence merkezi olma özelliğini koruyor.
Belgrad çok güzel tarihi yapılarla donatılmış. Bir zamanlar büyük bir devletin başkenti olduğu açıkça görülüyor. Bu binaların çoğu ekonomik sebeplerle bakımsız kalmış. Ekonominin bozukluğu şehrin genel görünüşüne açık bir şekilde yansımış. Tarihi tren istasyonu da aynı kaderi yaşıyor. Çok güzel ve gösterişli bir yap olmasına rağmen çok bakımsız. Kapıları şehir içi otobüsleri ve tramvayların geçtiği geniş bir meydana açılıyor. Ama trenler düzenli olarak çalışıyor. Burada oturarak trenlerin gidiş gelişlerini ve telâşla koşuşan yolcuları gözlemledim. Rahmetli babam Belgrad’a trenle geldiklerini anlatırdı. Babam ve arkadaşları işte bu peronlarda trenden inip, şu kapılardan şehre doğru çıkmışlar diye hayal ediyorum.
İki gün boyunca bilhassa şehrin eski bölümünü adım adım dolaştım. Trafiğe kapalı gezinti yerlerini, Teraziya meydanını, pazaryerini ve caddelerini gezdim. Parkalarında oturdum, alış veriş yaptım. İnsanlarla konuşmağa çalıştım. Hiçbir rahatsızlık duymadan, sanki buralara daha önce gelmiş, bildiğim bir yer gibi rahatça gezindim. Belgrad, medeni bir şehir. Özellikle yayalar, caddeye adımını atınca duran arabalarını belirtmeden geçemeyeceğim. Bunu nasıl sağlamışlarsa, araştırıp biz de uygulamalıyız. Belgrad’dan yorgun fakat güzel duygularla ayrıldım.






Temmuz-2012


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder