26 Nisan 2010 Pazartesi

Karaslarli Gorgi Aga

     Karaslar köyüne 2004 yılından itibaren altı defa gittim. Burası Köprülü (Velez) kasabasına bağlı, eşim Rağbet Hanımın doğduğu köy. 1953 göçüne kadar nüfusunun tamamına yakını Türklerden oluşuyordu. O zamanlar bu köyde sadece birkaç hane Hıristiyan yaşarken, şimdi hiç Türk bulunmamaktadır. Şimdi tamamen bir Hıristiyan köyü olmuş. Türkler zamanında burada yaşayan Laa denilen Romanya kökenliler de iyice azalmış. Türklerin evlerini ve arazilerini alıp buraya yerleşen Şop’lar şimdi çoğunlukta. Zaten az olan Laa’ların bazıları Şop’larla anlaşamadıkları için köyü terk etmişler.
     Köyde, Türk Mezarlığı dışında, bir zamanlar Türklerin yaşadığını gösteren bir de cami harabesi bulunuyor. Zamanında tek kubbesi ve son cemaat yeri olan taştan yapılmış ufak bir yapı bu. Minaresindeki tuğla işçiliğine bakarak ilk dönem küçük cami örneklerinden olduğunu söyleyebiliriz. Yan çok eski bir yapı. Taş gövde ve son cemaat yeri kendilerini saran ağaçların arasından harap bir şekilde yükseliyor. Minare de şerefenin az üstünden itibaren varlığını koruyor.
     Laa’ların çok az bir nüfusa sahip olmaları bu köydeki gezilerimizde hep sıkıntı yarattı. Şop’lar, buradan göç eden Türkler hakkında fazla bir şey bilmiyorlardı. 2004 yılında buraya ilk geldiğimde Türk mezarlığını zar zor bulmuş, eşimin doğduğu evi bulamamıştım. İkinci gidişimde yaşlı bir Laa’nın yardımı ile ban gösterilen evin, kayın pederimin amcasına ait olduğunu eşimi buraya getirince öğrendim.
     2006 yılında, eşimi “işte doğduğun ev“ diyerek bu eve getirdiğimde beklemediğim bir tepkiyle karşılaştım. Rağbet Hanım “bu ev bizim evimiz değil” diyordu. Oysa annesi, amcaları çektiğim fotoğraflara “evimiz” diye bakmışlardı. Beş yaşında iken buradan göçmüş olan bir çocuk, elli bir yıl sonra evini nasıl tanıyabilirdi. “Bizim evimiz daha aşağıda camie daha yakındı” diyordu. Camiye doğru yürüyüp bir alt sokağa sapınca “işte bizim evimiz” dedi.
     Köprülü’den bizi Köye getiren Eyvaz Aganın tercümanlığı ile anlaştığımız evin bugünkü sakinleri, eski evden kalan bir kapı üzerine kazınmış yazıları gösterince tamamen emin olduk.
Kapıda, 1983 yılında dedeleri “Mehmet Dedenin” mezarını yaptırmak için buraya gelen kayınpederim ve kardeşinin bıçakla kazınmış isimleri okunuyordu. Tamam, ev bu ev idi kırk kişiye ekmek pişirilen aile fırınını, alt taraftaki akraba evine geçilen “kapıcığı” (küçük kapı) bulmuştuk. Babasının elli yıl önce ogradanın yanına diktiği kavak ağacını zaten kendi bulmuştu. Ama aradığı birçok şeyi bulamamıştı.
     2007’de buraya eşimle bir kere daha geldik ama eski Hıristiyanlardan kimseye rastlamadığımız için yine aynı yerleri gezerek döndük.
        2008 yılında şansımız döndü, o saat orada idik. Görgi Aganın yanımızdan geçtiği an biz yine evin önünde idik. Radoviş’in Ali koç köyünden Mümin bize tercümanlık yapıyordu. Yanımızdan, üzerinde iki kişi bulunan bir traktör geçti. Orada bulunanlardan biri traktördeki Görgi’nin Laa olduğunu ve çok güzel Türkçe bildiğini söyleyince birden heyecanlandık.
     Görgi, uzun boylu, yaşlı olmasına rağmen dinç görünüşlü sevimli bir insan. Nereden geldiğimizi hele kim olduğumuzu öğrenince bizi hemen sahiplendi. Bizim de ona kanımız kaynadı. Nasıl kaynamasın; katıksız Rumeli Türkçesini akıcı bir şekilde konuşan sevimli bir insan vardı karşımızda… Çok eskiden beri birbirini tanıyan insanlar gibi rahat konuşmaya başladık.
     “Ben Kopuk Atanas’ın Görgi’yım. Beni burdan giden Türklerin episi tanır be.”
     Göç zamanı on üç, on dört yaşlarında imiş.
    “Ben yaz kış yalın ayak gezerdım. Ben da buradan gidenlerın epiciini tanırım. Size angi ev kimındır gösterırım. Abe çok arkardaşlarım vardi. Çok çıırdilar Türkiyaa ama gidemedım.“
Rağbet hanım, göç edecekleri günlerde üstüne domuzları sürüp onu korkutan bir çocuğu anlatırdı. Yalın ayak, hırpani kılıklı kendinden yedi sekiz yaş büyük bir çocuk olduğunu söylerdi. Görgi’ye bunu sorunca “abe o çojuk bendım, domuzları bakaydım o vakıtlar, sana şaka yapmişımdır.” dedi.
     Rağbet hanımın merak edip bulamadığımız harman yerini, yanındaki akasya ağacını sorunca, “gal mari kızkardaş te burası sizın arman yerınız, te bu kuri agaç gene too sorduun kıralaaç (akasya)” diyerek gösterdi.
     Görgi, o kadar samimi davranıyordu ki uzun zamandır görmediğimiz bir akrabamızı bulmuş gibi olduk. Bir ara kendisine “Görgi abi” diye seslenince, sert bir şekilde “ne abisi be, burda abi yok, abi yok abi Türkiya’da ” dedi.
     Sonra gülerek ilave etti: “abe burda aga var dimi; aga deejen bana aga; anladın mi?”
    Görgi bize köyü gezdirip hangi evin kimlere ait olduğunu tek tek gösterdi. Sanki bizimkiler buradan dün ayrılmışlar gibi bilgileri taze idi. Ayrılmak için izin istediğimizde, “olmaz, eve gidejeyiz size bir kave içırmeden bırakmam” dedi. Zamanımızın olmadığını içmiş kadar olduğumuzu söyleyince, “abe Türkiyada Görgi size ne ikram etti derlerse, siz da bir şey vermedi dersenız, tuu yazıklar olsun o Görgi’ye demezler mi? Ben kendıme süüdürmem, ade eve gideyız.” diyerek bizi evine götürerek ille de ikramını yaptı.
     Batılı milletlerde hiç görülmeyen bu ikram geleneğinin Makedonlar arasında bizdeki gibi yaygın olduğunu burada belirtmem gerekiyor.
     Görgi’nin evi modern bir şekilde inşa edilmiş ve döşenmiş. Evin bahçesi çeşitli çiçeklerle dolu... Ayrıca yan tarafta turfanda sebze yetiştirdikleri seralar uzanıyordu. Türkler zamanında Karaslar’ın en önemli geçim kaynağı sebzecilikti. Buraya yeni gelen Şoplar bu işi bilmedikleri için ancak Görgi gibi çok az sayıda eski Karaslarlı bahçe ve seralarında sebze yetiştirmektedirler.
     Hanımını evde bulamayınca “te gene benım kari kırmiş boynuni gitmiş bir tarafa, bilıysın karilar gezmey çok seveyler, köpekten ayak alıylar.” diyerek muzip muzip güldü. O gün “praznik” (tatil) olduğu için çocukları da piknik yapmak için Doyran gölüne gitmişler. Bu yüzden bize ikramını bizzat kendisi yaptı.
      Eski bir dosttan ayrılır gibi “Görgi Aga’ya” veda edip Köprülü üzerinden Çeltikçi’ye gitmek üzere ayrıldık. Zaman tünelinde yolculuk yaparak, eski günlerden bir gün yaşamış gibi hoş duygular içindeydik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder