Makedonya’dan göçmüş bir eğitimci olarak, hem oradan göçmüş, hem de halen orada yaşayan hemşerilerimin Atatürk’e gösterdikleri derin sevgi ve saygı bende daima hayranlık uyandırmıştır. Balkanların o çok kültürlü, çok milletli yapısı içinde kendi milli kimliklerine sahip çıkmaları Osmanlının son dönemindeki gelişmelerle başlamıştır.
Her milletin kendi kimliğine sahip çıkarak “Bulgar, Sırp, Makedon, Yunan vb.” isimlerle ortaya çıkması “Osmanlılık” kavramının birliği koruyamayacağını göstermiştir. Her millet ben Bulgar’ım, ben Sırp’ım, ben Arnavut’um ben şuyum ben buyum diye ortaya çıkınca buralarda yaşayan Türkler şaşırıp kalmışlar. Onlar öyleyse biz neyiz, kimiz diye sormaya başlamışlar. “Siz Osmanlısınız” diyenlere “hani onlar da Osmanlı idi” diyerek itiraz etmişler. “Biz ‘Türküz’, hem de bu devleti kuran, bu topraklara uygarlığı, insana insan olarak bakan düşünceyi getiren milletiz” diyerek Türklük düşüncesine sarılmışlardır. Balkanlar’da Türkçülük akımının nasıl geliştiğini tarihten hep biliyoruz.
Makedonya Türkleri Balkan Savaşı ile başlayan süreçte büyük acılar yaşamak zorunda kalmışlardır. Halâ da yaşamaya devam ediyorlar. Asırlarca bey gibi yaşattıkları milletlerin onlara reva gördüğü katliamlar, işkenceler, göçe zorlamalar şaşkınlıkla birlikte onlarda büyük bir umutsuzluğun doğmasına sebep olmuştur. Balkanlar’daki ana vatanın kaybından sonra emperyalist güçlerin Çanakkale’ye saldırması bu umutsuzluğu daha da derinleştirmiştir. Hele Yunanını Anadolu’ya girmesi, Sevr ile ana vatanın parçalanması her Türk gibi onların da dünyalarını karartmıştır.
İşte böyle karanlık bir ortamda önce Çanakkale’de bir yıldız gibi parlayan Mustafa Kemal Paşanın Kurtuluş Savaşını başlatması onlarda büyük bir ümidin yeşermesine sebep olmuştur. Gönderebildikleri gönüllülerle bu mücadeleye destek vermeye çalıştıklarını biliyoruz. Kurtuluş Savaşının zaferle sonuçlanıp Cumhuriyetin kurulması ile kara bulutlar dağılmış geleceğe umutla bakar olmuşlardır. Bu zaferi sağlayan Türklüğün kara talihini aydınlığa çeviren Mustafa Kemal Atatürk’e sonsuz bir sevgi ile bağlanmışlardır. O’nun kurduğu Türkiye Cumhuriyetini kısa sürede benimsediklerini görüyoruz. Cumhuriyetin kurulmasından sonra Makedonya’da yaygın bir şekilde söylenen bir marş millî duyguların ne kadar kuvvetli olduğunu gösterdiği gibi, Cumhuriyet değerlerinin benimsendiğini de göstermektedir:
“Türkler bu gün Cumhuriyeti kurdular.
Hem kurdular, hem kanla yoğurdular.
Kutlu olsun ey millet, Gazi bayramınız bugün.
Tarihte yoktur şöyle böyle bir bayram bugün.
Karanlıktan kurtulduk biz, aydınlığa hazırız.
Kutlu olsun ey millet, Gazi bayramınız bugün."
Makedonya’dan Türkiye’ye göçmüş hemşerilerimin Atatürk’e olan sevgisini ve Türkiye Cumhuriyetine olan bağlılıklarını çok yakından biliyorum.
Köylüm, Çeltikçi’li rahmetli Hüseyin Köprülü (Malik Üska) Atatürk’e çok büyük sevgi ve saygı besleyen bir kişi idi. O’nun çok büyük bir Türk milliyetçisi olduğunu da yakından biliyorum. Tahsili olmayan Hüseyin Amcanın, insanımızda her zaman var olan arifane sezişi ile Atatürk’ün Türk milletine yaptığı hizmetlerin farkında idi.
Oğlu Ahmet’in naklettiğine göre, Hüseyin Amca hasta olduğunda doktorların “siroz” teşhisi koymalarını sevinçle karşılamış. “Ne mutlu bana Atatürk’ün hastalığına tutulmuşum” diyerek Atatürk’le aynı hastalığı paylaşmanın gururunu yaşamış.
Dün olduğu gibi bugün de Makedonya Türklerinin, Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyetine olan sevgi ve bağlılığının devam ettiğini, hatta artarak devam ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. 2004 yılından itibaren Makedonya’ya altı seyahat yaptım. Bazıları gibi sadece belli merkezlere değil, çok az kişinin gittiği en sapa yerlere bile gittim. Buralarda yaşayan Türklerle çok verimli sohbetler yaptım, dostluklar kurdum. Beni her yerde kendilerinden biri olarak gördüler. Çünkü ben de orada doğmuştum, onlar gibi konuşuyordum. Onlara karşı beslediğim sevgiyi fark ettiler, aramızda gönül bağı oluştu.
Onların gözünde Türkiye, çok özel bir yer tutuyor. Uydu antenlerle hep Türkiye’yi seyrediyorlar. Türkiye ile yatıp Türkiye ile kalkıyorlar. Güzel haberlere seviniyor, kötülerine üzülüyorlar. Kırk yaşına gelmiş Radoviş’li bir hemşerim, “Hüseyin abi teröre karşı çarpışmak için beni gönüllü alırlar mı?” diye soruyor. Türkiye Cumhuriyeti için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır olduklarını her fırsatta ifade ediyorlar.
Cumhuriyetin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk onlar için erişilmez kutsal bir varlık adeta… “Atatürk olmasa idi, bu günkü Türkiye olmaz, siz de biz de olamazdık” diyorlar.
Türkiye’de oluğu gibi buralarda da Atatürk düşmanlığı yapan bazı grupların bulunduğunu üzülerek ifade etmek zorundayım. Bunlar bunu yaparken maalesef Türkiye’de olduğu gibi buralarda da İslam dinini kullanıyorlar. Bu dinci gruplar Türkiye’den ve bazı Arap ülkelerinden besleniyorlar ve aslında Atatürk düşmanlığını da Türkiye Cumhuriyetine ve Türk Milletine olan düşmanlıklarına maske olarak kullanıyorlar. Saf dindar insanlarımızın kafalarını karıştırıp Cumhuriyet değerlerine karşı olmalarını sağlamak istiyorlar. Gerçek hedef Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milletidir diye düşünüyorum.
Prizren’li hukukçu, yazar Altay Suroy Recepoğlu “Kosova’da Türk Kültürü” adlı eserinde bu konuyu işlediği yazısının bir bölümünde şunları yazıyor: “Arap ülkelerinde İlahiyat fakültelerinde okuyan bazı İmamlar Atatürk’ün gerçek hayatını, kişiliğini ve fikrini bilmedikleri için bu etkilerin altında kalarak camilerde vaaz verirken Atatürk’ten İslâm düşmanı olarak söz etmektedirler. Bunu genellikle Arnavut ırkından olan kimi İmamlar ileri sürüyorlar. Oysa bu İmamlar Arnavutluk’ta İslâm geleneklerini tamamen ortadan kaldırmak isteyen Enver Hoca’dan hiç bahsetmemektedirler.”
Sayın Recepoğlu’nun tespitleri geçek niyetleri açık bir şekilde ortaya koyuyor sanıyorum.
Şubat 2009’da Makedonya’ya yaptığım son gezide bana nakledilen bir olay bu konuda nasıl sinsice çalışıldığını açık bir şekilde göstermesi bakımından önemlidir.
Yıllarca sadece “dörde kaa” okuyabilen, okul bittikten sonra da okumayı unutan Makedonyalı Türkler artık büyük bir iştiha ile okumanın yollarını arıyorlar. Türkiye’de çeşitli üniversite ve liselerde okuyan çok sayıda Makedonyalı Türk çocuğu bulunmaktadır.
İlk gelenler genellikle İmam Hatip Liselerinde ve İlahiyat Fakültelerinde okuma imkânı bulmuşlar. Çünkü Diyanet Teşkilatı ve bazı vakıflar, diğer fakültelerin sağlayamadığı imkânları sağlamaktadırlar. Son zamanlarda İlahiyat fakülteleri dışındaki fakültelerde okuyan çocuklarımızın çoğaldığını görmekteyiz.
Bir toplumun din adamı ihtiyacı sınırlıdır. Bu bakımdan değişik mesleklere yönelen öğrencilerin varlığı sevindiricidir.
Bu son gezimde daha önce gitmediğim, Radoviş’in Kılavuzlu (Kulazlı) köyüne gitme imkânı buldum. 1953 göçünden önce üç yüz hanelik bir köy olan Kılavuzlu, göç sonunda altı haneye kadar düşmüş. Şimdi başka köylerden gelerek buraya yerleşenlerle altmış haneye ulaşmış. Bu öğretim yılı başında bu köyden iki kızımız Türkiye’de bir kız imam hatip lisesinde öğrenim görmeye gitmişler. Bu okulun hangi şehirde olduğunu yazmak istemiyorum.
Türkiye’ye gitmeden önce, buradaki diğer Türk öğrenciler gibi Atatürk sevgisi ile dolu olan bu kızlarımız Şubat tatili için geldiklerinde herkesi şaşırtmışlar. Türkiye’de sadece Eylül ayından Şubat ayına kadar kalan bu kızlarımız şöyle diyorlarmış:
“Atatürk de kimmiş, ne yapmış ki? Kurtuluş Savaşı da zaten çok büyük bir olay değil... Olsa da olurdu olmasa da...”
Tüylerim diken diken oldu, böyle bir ihanetin Türkiye kaynaklı olması ayrı bir üzüntü kaynağı oldu benim için…
Bunları bana nakleden, Atatürk ve Türklük sevgisi ile dolu köylülerin üzüntü ve şaşkınlıkları yüzlerinden okunuyordu. Türkiye’de bu kızlarımızı böyle haince zehirleyecek kişilerin varlığını kabul edemiyorlardı.
“Siz bu sözlere karşı ne dediniz” diye sorduğumda, aldığım cevap benim için bir teselli oldu:
“Atatürk olmasaydı, Kurtuluş Savaşı kazanılmasaydı siz şimdi Türkiye’de okuma fırsatı bulamazdınız, Çünkü bugünkü Türkiye olmaz, okulunuzun bulunduğu şehir bir Yunan şehri olurdu, dedik” dediler.
Okuma yazmaları bile sınırlı bu insanların bu muhteşem yorumu beni hem şaşırttı; hem sevindirdi.
Bu gerçek dışı şartlandırmaların düşmanlara yarayacağını söylememe gerek var mı bilmem… Üstelik yalan söylemenin, iftira atmanın İslâmiyet’le ne kadar bağdaştığını insafınıza bırakıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder